Çirkin Ördek Yavrusu Masalı
Günlerden bir gün, mevsimlerden bir yaz mevsiminde, buğday tarlasında ılık rüzgarlarla sapsarı başaklar dalgalanıyor. Yeşil yulaflar hafiften ürperiyordu. Çimenlerin üstünde samanlar öbek öbek toplanmıştı. Leylek uzun bacaklarıyla bu güzelliklerin arasında yürüyordu. Çevresinde derin göllerin bulunduğu uçsuz bucaksız ormanlar uzanıyordu. Bu kuytu köşelerin birinde yuva yapmış bir ördek kuluçkaya yatmıştı. Yakında dünyaya gelecek yavrularını bekliyordu. Beklediği an bir türlü gelmiyordu. Onu ziyarete gelen kimse yoktu. Diğerleri yüzmeyi, sularla oynamayı yeğliyorlardı çünkü.
Beklemekten sıkılan ördeğin beklediği an sonunda gelmişti. Yumurtalar çatlamaya başlamıştı, “pip, pip” diye. Yavru ördeklerin sesleri duyuldu. Hepsi başlarını çıkarıp hareket etmeye başladılar. Yeşil yapraklardan oraya buraya bakındılar. Yeşillik, yavru ördeklerin gözlerine çok iyi gelirdi. Bu yüzden anne ördek onları kendi hallerine bıraktı. Dünyaya yeni gelen ördekler, “Burası ne de büyükmüş,” diyorlardı.
“Dünya öyle büyüktür ki, şu karşıdaki tarlaların ötesine, ilerideki ormanın derinliklerine ve daha bilmediğimiz kim bilir nerelere kadar uzanıyordur,” dedi anne ördek. Yerinden kalkıp, “Hepiniz buradasınız değil mi?” diye çevresine bakındı. Ama ne görsün, en büyük yumurtada ufacık bir kıpırtı bile yoktu henüz. “Tanrım! Ne kadar uzun sürdü!” diyerek tekrar yumurtanın üzerine oturdu.
O arada komşudaki yaşlı ördek, anne ördeği ziyarete geldi. “E, nasılsın bakalım?” diye sordu.
“Hepsi yumurtalarını kırdı ama en büyük olanında hâlâ bir kıpırtı yok. Yavrular öyle sevimli ki hepsi de babalarına benziyorlar, babaları da daha beni görmeye bile gelmedi,” diye yanıtladı anne ördek.
“Şu büyük yumurtayı bir göreyim bakayım,” dedi deneyimli yaşlı ördek. Görünce “Ah, aman tanrım! Bunun bir hindi yumurtası olduğu kesin. Benim de başıma gelmişti. Çok sıkıntı çekmiştim, çünkü hindi yavruları garip bir şekilde sudan korkarlar! Onu bir türlü suya sokmaya başaramamıştım. Evet, bu kesinlikle bir hindi yumurtası. Sen bunu bırak da git ötekilere yüzme öğret,” dedi.
“Ziyanı yok, olsun, biraz daha kuluçkada oturacağım.” diye komşusuna cevap verdi anne ördek.
“Sen bilirsin,” diyerek yaşlı ördek oradan ayrıldı.
Kocaman yumurta nihayet çatladı. Yumurtayı kırıp dışarı bir yavru çıktı. Öyle büyük ve çirkindi ki, anne ördek, onu görünce, “Ne kadar büyük bir ördek yavrusu bu” demekten kendini alamadı. “Bir hindi yavrusu bu, bakalım suya girecek mi?” diye kara kara düşündü. Ertesi gün güneş pırıl pırıl parlıyordu. Çok güzel bir hava vardı. Anne ördek, yavrularını alıp dere kenarına götürdü, önce kendisi suya atladı ve yavrularını çağırdı. Annelerini gören yavru ördekler teker teker suya atlamaya ve hızla yüzmeye başladılar. Kocaman çirkin yavru da katılmıştı onlara, hepsi suda oynuyor, yüzüyor, eğleniyorlardı.
“Hindi değil bu, bacaklarını güzel kullanıyor,” dedi anne ördek. “Bu da benim yavrum demek” diye düşünüp sevgiyle baktı yavrusuna. Yakından bakınca o kadar çirkin görünmüyordu.
“Haydi benimle gelin, sizi diğer ördeklerle tanıştıracağım. Ama yaramazlık yapmayın ve kedilere de çok dikkat edin,” dedi anne ördek.
Hep birlikte ördek çiftliğine geldiler. Çiftlikte iki aile, bir yılan balığı için birbirlerine girmişti. Onlar kavga ederken, bir kedi gelip, balığı aldı ve hızla uzaklaştı.
“İşte olacağı bu,” diye söylendi anne ördek. Aslında o balığı yavruları için düşünüyordu.
“Yavrularım, nazik bir şekilde, ilerideki yaşlı ördeği selamlayın. En soylumuzdur. Dik durun bakalım. Beni örnek alın, bacaklarınızı açarak boynunuzu dik tutarak yürüyün. İyi eğitilmiş bir ördek yavrusu böyle yapar dedi minik yavrulara.
Yavrular söylenenleri dikkatle yaptılar, ama çevrelerindeki ördekler “Hele şunlara bakın, sanki azmışız gibi bunlar çıktı başımıza. Şu çirkin şeye bakın, bunu aramızda istemeyiz,” dediler ve içlerinden kocaman bir ördek hızla uçup küçük çirkin yavruyu itti ve onun boynunu ısırdı.
Yaşlı ördek yüksek sesle “İyi güzel de bu pek çirkin, artık bu son olur ve bunun gibi bir tane daha aramıza katılmaz.”
“Efendim, pek güzel değil, ama öyle iyi huylu ki” dedi anne ördek.” Hepsinden daha yetenekli. Üstelik mükemmel yüzüyor. Büyüdükçe güzelleşir. Biraz uzun bir süre yumurta içinde kaldı, o yüzden.” dedi ve sözü biter bitmez yavaşça boynundan çekip tüylerini okşamaya başladı yavrusunun. “Güzel olmak pek önemli değil; önemli olan, güçlü olsun ve kendisine iyi bir yol çizsin. Diğerleri yeterince güzel” diye tamamladı sözünü.
Bir gün anne ördek yavrularına, “Yavrularım, size öğrettiğim gibi eğer bir balık başı bulursanız bana getireceksiniz,” diye öğüt veriyordu.
Ördekler de annelerinin dediği gibi yaparken zavallı küçük yavru, çirkinliği yüzünden hep itilip kakılıyor, tavukların da hışmına uğruyordu. Herkes tarafından hep dışlanıyor, kendi kardeşleri bile, “Keşke bir kedi şunu alıp gitse de kurtulsak,” diyorlardı. Hizmetçi bile onu ayağıyla bir kenara itiyordu.
Küçük yavru bu davranışlara tahammül edemeyeceğini anladı. Çareyi kaçıp kurtulmakta buldu. Çalılıklarda kuşlar onu görünce korkudan kaçışıyorlardı. Zavallı ördek, “Bütün bunlar çirkin olduğum için başıma geliyor” diye üzülüyordu. Ama elinden ne gelebilirdi ki.
Oradan ayrılan yavru, sonunda yaban ördeklerinin yaşadığı yere gelmişti. Geceyi yorgun ve üzgün bir şekilde orada geçirdi. Ertesi sabah, onu gören yaban ördekleri, “Bu da ne böyle?” diye şaşkınlıkla birbirlerine sormuşlar. Çirkin ördek de onları tüm nezaketiyle selamlamıştı.
“Bizden biriyle evlenmediği sürece bize bir zararı dokunmaz” diye düşündüler. İki gün sonra oraya daha yumurtadan yeni çıkmış iki tane yaban kazı gelmişti.
“Arkadaş seni sevdik, bizimle gelip göçmen kuş olmak ister misin? Buraya yakın bir yerde yaban kazlarının yaşadığı bir su birikintisi var. Orada kazlar güzel şarkı söylerler. Kimbilir bundan sonra şans sana da gülebilir. Ne dersin?”
Sözleri biter bitmez sazlıklardan kanatlanan bir grup kaz hızla gökyüzüne doğru havalandılar. Ve silah sesleri duyuldu. Büyük bir avdı bu. Avcılar pusuya yatmış bekliyorlardı. Mavimsi bir duman kapladı ortalığı. Ve köpekler su birikintisine koştular.
Zavallı ördek için ne büyük korkuydu, bu durum. Başını kanatlarının altına soktu. Ama yanında bir karaltı belirdi. Koca bir köpekti bu. Keskin dişlerini yavruya vahşice gösteriyordu. Bir süre baktıktan sonra sihirli bir değnekle dokunulmuş gibi koşarak uzaklaşmaya başladı oradan.
İç çekti zavallı ördek yavrusu. “Ne çirkinim ki köpek bile beni ısırmaya korktu” diye düşünüyordu.
Gürültüler akşama doğru kesildi. Ama yerinden kıpırdamaya cesaret edemiyordu ördekçik. Biraz daha bekledi, çevresine bakındı ve bütün hızıyla oradan kaçtı.
Her tarafı yıkılmış, eski mi eski bir çiftlik evi gördü. Hava bozmuş, fırtına çıkmak üzereydi. Bir köşeye sığındı. “Her şey ne kadar kötü gidiyor,” diye düşündü. Tam o sırada kapının yanında, içeri girebileceği küçük bir delik gördü ve yavaşça içeri girdi.
Erkek kedisi ve tavuğuyla ihtiyar bir kadın yaşıyordu bu evde. Kedisi Minik Oğlan sırtını kabartıp tüylerini dikleştirmeyi çok iyi bilirdi. Kadın şefkatle okşayınca tüylerini indirip kucağına yatardı. Tavuk ise bol bol yumurta yumurtlardı. Tavuğunu da çok severdi kadın. Kendi alemlerinde olduklarından hiçbiri onu fark etmemişti. Ertesi sabah kedi ve tavuk onu gördüler. Kedi hırlamaya, tavuk da sinirle gıdaklamaya başladı. “Kim var orada?” çevresine bakınarak yaşlı kadın böyle sordu. Ama gözleri iyi görmediğinden onu, yolunu kaybeden, güzel bir ördek sanmış. “Aman ne güzel, kendi ayağıyla gelmiş bir ördek, inşallah dişidir de yumurta verir,” diye düşünmüştü.
Kadıncağız, üç hafta boyunca boşuna bekledi. Ama ördekçik yumurta vermedi. Kedi evin beyi, tavuksa hanımıymış gibi kibirli olduklarından, kendilerini bütün dünyaya bedel görüyorlardı. Zavallı ördek yavrusu düşündüğünü söylese, kedi ve tavuk tarafından hemen azarlanıyordu.
Bir gün tavuk, “Yumurta yumurtlayabilir misin?” diye sordu bizim ördeğe. “Hayır.” dedi.
“Öyleyse sus, hiç konuşma.” diye tavuk bağırdı. Kedi de:
“Sırtını kamburlaştırabilir misin?” diye sordu.
“Hayır,” deyince ördek yavrusuna o da aynı tavuk gibi, “Öyleyse çevrende böylesine zeki canlılar varken düşünceni söylemek düşmez sana” diye çıkıştı ona.
Zavallıcık bir köşeye sinmişti. Bir gün içeriye temiz hava ve güneş ışığı sızıvermişti. Ördekçik, “Sularda yüzmeyi, çırpınmayı, oynamayı o kadar çok istiyorum ki,” deyince tavuk, bu isteğini hiç anlayışla karşılamadı.
“Yapacak işin olmadığından böyle anlamsız şeyler düşünüyorsun. Yumurta yumurtla, ya da kedi gibi miyavla. Bak hiç canın sıkılır mı?” dedi.
“Yüzmek öyle güzeldir ki, tüylerinin arasından suların kayıp gittiğini hissetmek ne büyük mutluluk” diye sözlerini sürdürdü ördek.
“Şu dünyadaki en akıllı varlıklardan biri olan kediye sor bakalım. Acaba suya girmeyi, yüzmeyi sever mi? Hiç sanmam. İstersen git bir de yaşlı hanıma sor. Şu dünyada ondan daha tecrübeli bir insan daha yoktur. Yüzmeyi, kafasını sulara sokmayı aklına bile getirmediğinden eminim.” diye tavuk onu tersledi.
“Beni anlayamıyorsunuz…” dedi yavrucak.
Tavuk bunun üzerine, “Bu dünyada kediden ve evin hanımından daha akıllı kimse yoktur. Seni onlar anlamayacak da kim anlayacak?” dedi kızarak.
“Buradan ayrılıp dünyayı gezmek benim için daha iyi olacak,” diye cevap verdi küçük ördek.
Sulara dalıp yüzebilmek için oradan ayrıldı. Ama onu gören bütün hayvanlar çirkinliği ile alay edip gülüyorlardı.
Sonbahar gelmişti. Ormandaki yapraklar oradan oraya uçuyorlardı. Yükseklerde hava soğumuş, her taraf yoğun bulutlarla kaplanmıştı. Karlar yağmaya başlamıştı. Çitin üzerindeki karga, havaların soğumasıyla acı acı gaklıyordu. Zavallı ördek yavrusu çok kötü koşullarda çok yorgun ve üzgün yaşıyordu.
Bir akşam tam güneş batarken bir kuş sürüsü havalandı çalılıklardan. Uzun zarif boyunları olan karbeyaz bu kuşlar, kuğulardı. Çok güzeldiler. Sesleri de çok farklıydı. Çok uzakta sıcak ülkelere bir an önce varabilmek için hızla kanat çırpıyorlardı. Öyle yükseklerde uçuyorlardı ki bizim çirkin ördek yavrusu şaşırıp kaldı. Suda dönerek boynunu yükseklerde uçan kuğulara doğru uzattı ve farkında olmadan öyle bir çığlık attı ki, kendi sesinden kendisi bile korktu. Olağanüstü güzellikteki bu kuşları hiçbir zaman unutamayacaktı. Ne güzel, ne mutlu kuşlardı bunlar. Birden suyun taa dibine daldı. Çıktığında kendinde değildi. Bu kuşların ne adını, ne de gittikleri yeri biliyordu. Ama onları çok sevmişti. Onları hiç kıskanmamıştı, hissettikleri yalnızca tanımlanamaz bir hayranlıktı. Zaten onlara benzemeyi düşünemezdi.
Kış çok soğuk geçiyordu. Zavallı ördek yavrusu ısınabilmek için devamlı yüzüyordu. Ama göldeki o küçük delik her gece biraz daha küçülüyor, her taraf buzlarla kaplanıyordu. O yine de devamlı yüzüyor, delik kapanmasın diye durmadan bacaklarını oynatıyordu. Sonunda yorgunluktan bitmişti, adeta donmuş gibi buzun üstüne yığılıp kaldı. Ertesi sabah oradan geçen bir köylü onu gördü. Buzları kırdı ve araya sıkışmış olan ördeği alıp evine götürdü.
Çocuklar onunla oynamak istiyordu, bizim ördek artık öylesine ürkek olmuştu ki kendisine bir kötülük yapacaklarını sanıp korkuyla kaçıyordu. Birden süt kovasının içine düştü. Her tarafa süt döküldü. Evin hanımı bunu görünce çok kızdı. Daha da korkan ördek, kaçarken yağ tenekesine, oradan da un çuvalının içine düştü. Sonunda dışarı fırladı.
Kadın onu çığlık çığlığa kovalıyordu. Elinde maşayla yakalayıp dövmek için arkasından koşuyordu. Çocuklar gülüyorlar, bağırıp çağırıyorlar, onlar da peşinden koşuyorlardı. Bahçe kapısını açık görünce ördek yavrusu çok sevindi. Hızla dalların arasından fırlayıp karların üzerine attı kendini. Koca kış boyunca başına öyle felaketler geldi ki sazlıkların arasında yatıp kalmıştı. Bir sabah pırıl pırıl güneş ışıklarının sıcaklığıyla içinin ısındığını hissetti. Kuşlar en güzel sesleriyle şakıyordu. Evet ilkbahar gelmişti artık.
Bu güzelliklerin verdiği güçle eskisinden daha güçlü bir şekilde daha uzaklara doğru kanat çırpmaya başlamıştı. Bir süre uçtuktan sonra elma ağaçlarıyla kaplı, zümrüt yeşili dalları, masmavi gölle kucaklaşan mis kokan mürver ağaçlarının bulunduğu kocaman bir bahçede buldu kendini. Her şey, her yer mis gibi ilkbahar kokuyordu ve çok güzeldi. Ve ormanın derinliklerinde olağanüstü güzellikte üç kuğu salınarak ilerliyordu. Kanat çırpıyorlar ve süzülürcesine suda yüzüyorlardı. Ördekçik bu kuşları tanıyordu. “Onların yanına gitmek istiyorum. Belki yanlarına gitme cesareti gösterdiğim için öldürürler. Ama, benim için fark etmez, ördekler tarafından ısırılacağıma, tavuklardan dayak yiyeceğime, kümesteki hizmetçi kızın ayakları dibinde ezileceğime, kış boyunca sıkıntılar çekeceğime, onların elinde ölürüm daha iyi.” diye düşündü.
Suya atladı ve kuğulara doğru yüzmeye başladı. Onu gören kuğular hızla ilerlediler. “Öldürün beni!” diye haykırdı zavallıcık ve başını suya eğip ölümü beklemeye başladı. Ama suya yansıyan gölgesinde şekilsiz, gri, çirkin bir ördek yerine güzel mi güzel zarif mi zarif bir kuğu görünüyordu. Gözlerine inanamadı. Tüm sıkıntıları, üzüntüleri, yerini inanılmaz bir sevince bırakmıştı. İlk kez böylesine büyük bir mutluluk tadıyordu. Onu gören büyük kuğular hayranlıkla onun yanına yaklaşıp şefkatle sevdiler.
Bahçeye çıkan çocuklar onu görünce “İşte bir tane daha!” diye bağrışıyorlardı. Ve onlara ekmek atıyorlardı. “En güzeli de yeni gelen! Hem çok genç hem de çok güzel!” diyordu herkes. Yaşlı kuğular da eğilerek selamladılar onu. Bu güzel iltifatların karşısında başını kanatlarının arasına sakladı, güzel kuğu utanmıştı. Öylesine büyük bir mutluluk yaşamasına karşın alçak gönüllülüğünden bir şey kaybetmemişti. Güzelliği ve zarafeti dillere destan olmuştu. Gölde süzülürken ağaçlar uzun yeşil dallarıyla selamlıyordu onu. Güneş ise en sıcak, en parlak ışıklarıyla sarmalıyordu bu görkemli güzelliği. İşte o zaman tüyleri kabardı, boynunu göğe doğru uzatarak kalbinin derinliklerinden:
“Çirkin bir ördek yavrusuyken böylesine güzel bir kuğu olacağımı hiç düşünmemiştim” diye seslendi.