Zümrüdü Anka Masalı, Bir zamanlar bir kralın hiçbir doktorun iyileştiremediği hasta bir kızı varmış. Ülkede bulunan bilge bir adam prensesin ancak bir elma yiyerek iyileşeceğini ve bu elmanın nerede bulunduğunu bilmediğini söylemiş.
Böylece kral “Biricik kızımı iyileştirecek elmayı kim bulupta getirirse, kızımı onunla evlendireceğim.” Diyerek bu haberi her yere duyurmuş.
Çok geçmeden sepetleri elma dolu o kadar çok genç saraya gelmiş ki sarayın her yerini elma kokusu sarmış, ama saraya getirilen elmaların hiçbiri prensesi iyileştirememişti.
O zamanlarda ülkede kurnazlığı ile övünen ve hiçbir zaman doğru bir hikaye anlatmayan kurnaz mı kurnaz bir köylü 3 genç oğlu ile yaşarmış.
Bu çocuklardan 2 büyük olanı tıpatıp babaları gibi kurnaz iken küçük oğlu olan Musa onlardan çok farklı ve dürüst ve yakışıklı bir gençmiş.
Herkes gibi kralın emrini duyan köylü adam büyük oğluna ”Bizim elmalarımızda ülkede bulunan diğer elmalar kadar iyidir. O yüzden bir sepet elma doldurarak erkenden saraya doğru yola koyul ve prensesi iyi ederek onunla evlen.” Demiş.
Büyük oğlan: “Tamam baba hemen sabah erkenden saraya gitmek için hazırlıkları yapacağım.” Demiş.
Köylü, yolda elmaları kimse çalmasın diye de üzerlerini iyice örtmesini tembihlemiş.
Sabah erkenden uyanarak yola koyulan genç, çok gitmeden yolda yaşlı bir adama rastlamış.
Yaşlı adam gence sormuş: “Genç adam sepetinde ne var?”
“Kurbağa ayağı” demiş genç hiç düşünmeden
Yaşlı adam: “İyi öyleyse, öyle kalsın.”demiş ve başkaca tek kelime etmeden yürüyüp gitmiş.
Genç adam uzun bir yolculuktan sonra en sonunda saraya varmıştı. Saraya girmek için kapıdaki nöbetçilere elmaları göstermesi gerekiyordu. Sepeti açan genç, birde ne görsün sepetin içi kurbağa ayakları ile doluymuş.
Sepetin içindekileri gören saray nöbetçileri genci içeri almamış ve bir daha gelmemesi konusunda da uyarmışlar.
Eve dönen genç babasına durumu anlatınca, babası bu sefer ortanca oğlana dönerek “Oğlum, sen bir sepet elma doldur ve prensesi iyi etmek için o elmaları saraya götür.” demiş
Bir sepet elma dolduran ortanca oğlan ertesi günün sabahında erkenden yola koyulmuş. Çok fazla gitmeden de o da yaşlı adama rastlamış.
Yaşlı adam sormuş: “Genç adam sepetinde ne var?
“Keçi kılı” demiş genç delikanlı.
Yaşlı adam “İyi, öyle olsun ve öyle kalsın” demiş ve yoluna devam etmiş.
Saraya doğru yoluna devam eden ortanca oğlan, saraya varınca nöbetçilere elmaları göstermek için sepetini açmış. Birde ne görsün sepetin içi keçi kılı ile doluymuş. Bunu gören nöbetçiler genci bir güzel dövüp, oradan kovmuşlar.
Ortanca genç de köyüne dönüp, başından geçenleri babasına anlatınca, bu sefer Musa: “Baba eğer müsaaden olursa, bu seferde bir sepet elma alarak ben saraya gitmek istiyorum.” Demiş.
Baba ve diğer iki büyük ağabey gülümsemişler. Babaları “İki zeki ağabeyin bunu başaramamışken senin gibi bir aptal bunu nasıl başaracak merak ediyorum.” Demiş. Ağabeyleri de onunla gülüp alay etmişler.
Büyük genç, “İzin ver oda gitsin bakalım, daha birkaç adım atmadan o elmaları kaybeder zaten.” demiş
Böylece Musa sepetini elma ile doldurarak saraya gitmek için yola koyulmuş. Çok fazla gitmeden o da yaşlı adama rastlamış.
Yaşlı Adam: “Genç adam sepetimde ne var?” Diye sormuş.
Musa “Elma var dedeciğim, hasta olan prensesi iyileştirmesi için saray götürüyorum.” Demiş.
Yaşlı adam gülümseyerek “İyi, öyleyse öyle olsun ve öyle kalsın.” demiş
Epey bir yol gittikten sonra saraya varan Musa’ya kapıdaki nöbetçiler “Bak senden önce de aynı köyden gelen ve iki aptal genç, prensesi iyi edecek elmaları getirdiklerini söylediler. Birinin sepetinde kurbağa ayağı, diğerininkinde de keçi kılları çıktı. O yüzden seni içeri almak istemiyoruz.” demiş.
Musa ülkenin en güzel elmaların sepetinde olduğunu ve görmek isteyenlere de göstereceğini söylemiş.
Elmaları gören nöbetçiler onu saraya almışlar. Kralın yanına giden Musa sepeti açınca kütür kütür altın sarısı elmalar dışarı fırlamış.
Kral elmaları görünce hemen adamlarına prensese elmaları yedirmesini emretmiş. Çok geçmeden iyileşen prenses, dans edip şarkı söyleyerek kralın yanına gelmiş.
Prensesin iyileşmesine çok sevinen saray halkı arasında bir bayram havası varmış. Musa kraldan müsaade isteyerek “ Düğün ne zaman olacak kralım.” Diye sormuş
Kral, kızını köylü birine vermeye istekli değilmiş. Bir süre düşünmüş sonrada: “Suda gittiğinden daha hızlı karada giden bir gemi yaparsan, o zaman kızımı seninle evlendiririm.” Demiş.
Peki, kıralım diyen Musa saraydan ayrılıp eve dönmüş. Köye varan Musa olanları anlatınca kardeşleri ona çok kızmışlar.
Gemiyi önce kendileri yapmak istemişler. Bu sırada o yaşlı adam gelip ne yaptıklarını sorunca İki kardeş mutfak için tahta çanak yaptıklarını söylemişler.
Yaşlı adam da “Öyleyse, öyle kalsın.” Demiş.
İki kardeş çok uğraşmışlar ama çanaktan başka bir şey yapamamışlar.
Ama doğruyu söyleyen Musa’nın gemisi akşama doğru hazır olmuştu. Gemiye binen Musa bu gemiyle denizde hiç bir geminin gidemeyeceği kadar hızlı karada gitmiş.
Musa kralın yanına giderek ona gemiyi göstermiş ama kral, yine başka bir şey isteyerek onu yerine getirmesi halinde kızıyla evleneceğini söylemiş.
100 tane yabani tavşanı bütün gün kırda bakıp, bir tane bile kaybetmeden geri getirmesini söylemişti.
Musa tavşanları alıp, yola çıkmış. Gerçekten Musa’nın işi çok zordu. O sırada Mutfağın hizmetçilerinden birisi Musa’nın yanına gelerek “Beklenmeden gelen misafirlere çorba yapmak için bir tavşan vermesini.” söylemiş.
Musa vermek istememiş ama prenses gelip aynı dilekte bulunca, razı olmuş ve tavşanı vermiş.
Çok bir zaman geçmeden yaşlı adam Musa’nın yanına gelerek ona ne yaptığını söylemiş. Musa ise olup biteni olduğu gibi anlatınca Yaşlı Adam: “Öyleyse şimdi sen bu düdüğü al ve tavşanlardan bir tanesini bile kaybedersin, öttür giden tavşan geri gelir.” demiş
Musa yaşlı adama teşekkür ederek düdüğü çalınca prensesini aldığı tavşanda hop diye çıkagelmiş ve öbürlerine karışmış.
Akşam olunca Musa bir tanesini bile kaybetmeden tüm tavşanları saraya götürmüş.
Kral “Çok güzel, söyleyeceğim bu son işi de başarabilirsen kızımla hemen evlendiririm. Şimdi iyi dinle bana Zümrüdü Anka Kuşunun kuyruğundan bir tüy alıp getireceksin.” demiş
Musa “tamam efendim.” demiş.
Ama kal hain hain gülerek ellerini ovuşturmuş. Çünkü o güne kadar Zümrüdü Anka kuşunun yanına giden hiçbir insan geri dönememişti.
Musa çaresiz bir şekilde saraydan ayrılarak ormana doğru yürümüş günler süren yolculuk sonunda gece vakti bir şato görmüş. Etrafta kalacak bir han olmadığından şatoda bir gecelik yatacak yer vermelerini rica etmiş.
Şatonun sahibi Musa’yı misafir etmiş. Beraber yemek yerlerken şatonun sahibi ona nereden gelip, nereye gittiğini sorunca; Musa: Zümrüdü Anka Kuşunun yanına gittiğini söylemiş.
Şatonun sahibi “Zümrüdü Anka kuşunun her şeyi bildiğini söylerler. Gitmişken benim kayıp olan para kasanın anahtarlarının nerede olduğunu da sorar mısın?
Musa “Tabiki sorarım, bu zor bir iş değil ki” demiş
Ertesi gün Musa yine yola çıkmış, az gitmiş, uz gitmiş dere tepe düz gitmiş, gece olunca geceyi geçirmek için yine bir yer ararken bir saray görmüş.
Geceyi orada geçiren Musa’nın nereye gittiğini öğrenen sarayın efendisi “Zümrüdü anka kuşunun her şeyi bildiğini söylerler. Yıllardır hasta olan kızımı nasıl iyileştireceğimi ondan sorar mısın lütfen.” Demiş.
Musa da: “Sorarım elbette, bu zor bir iş değil ki.” diye karşılık vermiş.
Ertesi sabah Musa yine yola çıkmış, gitmiş, gitmiş saatlerce yol gitmiş, bir ırmağa rastlamış. Bu ırmakta geçmek isteyenleri karşıya geçiren bir dev duruyormuş.
Dev Musa’nın nereye gittiğini öğrenince “Ne olur Zümrüdü Anka Kuşuna bir sorum olacak, ben neden bütün bu ırmağı geçen insanları taşımaya mecburum. Beni bu işe bağlayan büyüyü nasıl çözebilirim.” Diye bir istekte bulunmuş.
Musa: “Elbette sorarım, bu zor bir iş değil ki…” demiş
Irmağın karşısına geçtikten sonra yoluna devam eden Musa sonunda Zümrüdü Anka Kuşunun sarayına varmış.
Ama saraya varınca bu kolay dediği şeylerin pek de kolay olmadığını anlamıştı.
Saraya giren Musa kapıdaki nöbetçiye ne için geldiğini ve soracağı 3 soru olduğunu söyleyince, Nöbetçi:
“Bana bak genç adam, hiçbir insan Zümrüdü Anka Kuşu ile konuşamaz. Çünkü seni görür görmez hapse attırır. Beni dinlersen bu saraya girmeden hemen uzaklaş. Ama ille de kalacağım dersen içeri gir ve soldaki odada bulunan yatağın altına saklan, O gece uyuyunca gizlice kuyruğundan bir tüyü çekersin. Bende ona bir şey söylemem ama yakalanırsan bir şey yapamam.” Demiş.
Musa orada kalarak yatağın altında saklanmaya karar vermiş. Bir süre sonra odaya giren Zümrüdü Anka Kuşu tırnaklarını takırdatarak odaya girmiş.
Kuş nöbetçilere “insan kokusu alıyorum.”
Nöbetçi “Bugün bir adam geldi ama burada kimin oturduğunu öğrenir öğrenmez gitti.” demiş
Bunun üzerine Zümrüdü Anka Kuşu hiçbir şey söylemeden oturup yemeğini yemiş, sonrada yatmış.
Kuşun uyuduğundan emin olan Musa sessizce kuşun kanadından bir tüy çekmiş. Kuş, uyanarak bağırmış “Nöbetçiler ben yine insan kokusu alıyorum, hem biraz önce sanki biri kuyruğumu çekti.” Demiş.
Nöbetçi “Herhalde rüya gördünüz efendim, burada kimse yok. Kokuya gelince, dedim ya bugün bir genç geldi ve korkup kaçtı. Gitmeden önce de bana yolculuğunda karşılaştığı çok garip olaylar anlattı.”
Zümrüdü Anka Kuşu “Neymiş anlattıkları merak ettim.” Demiş.
Nöbetçi başlamış anlatmaya ”Buraya gelirken bir şatoda misafir olarak kalıyor. Şato sahibinin içi para dolu kocaman bir kasası varmış ama adam bu kasanın anahtarlarını kaybetmiş, nerede olduğunu bulamıyormuş.
Zümrüdü Anka Kuşu “Ne kadar aptal bu adam anahtarlar odunluktaki kütüğün altında.” demiş.
Nöbetçi sarayı ve hasta kızı anlatmış, Zümrüdü Anka Kuşu “Bunlar daha da aptal, bir kurbağa killerde yuva yapmış, kız o kurbağa yavrularını severse hastalıktan kurtulacak.” Demiş sonrada “hepsi bu kadar mı” diye sormuş.
Nöbetçi “Irmakta herkese karşıdan karşıya geçiren Devi anlatmış.
Zümrüdü Anka Kuşu “Offf artık çok yoruldum, o dev ırmaktan geçirdiği ilk yolcuyu ırmağın ortasındayken suya atsa bu iş biter o da bu işten kurtulur.” Demiş ve tekrardan yatağa uzanarak uykuya dalmış.
Kuşun uyuduğundan emin olan Musa hemen odadan ayrılarak nöbetçilere teşekkür ettikten sonra ülkesine dönmek için yola koyulmuş.
Irmağın yanına geldiği zaman dev sormuş: “Zümrüdü Anka kuşunu görüp benim sorumu sordun mu?”
Musa “Evet ama cevabı karşıya geçince söylerim.” demiş
Dev onu karşıya geçirdikten sonra Musa: “Irmaktan geçireceğin yolculardan ilkini ırmağın ortasındayken suya atarsan bu işten kurtulursun.”
Dev “Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Seni bu yakaya geçirmeden önce bunu bana söylememen büyük bir akıllılık, yoksa şuan benim yerimi sen almış olacaktın.” Demiş.
Musa yoluna devam etmiş ve çok geçmeden konakladığı saraya ulaşmış ve hasta olan kızı iyileştirmiş. Sonrada şatoya giderek kasa anahtarlarını çıkartmış.
Saray ve Şatonun sahipleri öyle çok söylemişler ki, Musa’ya gitmeden giderken torbalarla altın ve sürülerle koyun, keçi vermişler.
Musa beraberindeki bu hazine ile kralın Sarayı’na giderek ona Zümrüdü Anka kuşunun tüyünü verince Kral sormuş: “Tüm bu zenginliği nerede buldun?” diye sormuş.
Musa “Oho bütün bunları Zümrüdü Anka kuşunu görmeye giderken ve gelirken kazandım.” Demiş.
Musa yine doğruyu söylemişti, ama nasıl kazandığından da söz etmemişti.
Kral acımasız olduğu kadarda aç gözlünün de biriymiş. Bende böyle bir hazine edinirsen fena olmaz diyerek Zümrüdü Anka kuşunun sarayında doğru yola çıkmış. Irmağa varınca, Musa’dan sonra ırmağı geçmeye gelen ilk yolcu olduğu için dev onu ırmağın ortasında suya atmış.
Kral’da ırmağın sularına kapılıp, kaybolmuş. Musa ise böylece güzel prensesle evlenip, o günden sonra ülkeyi yönetmeye başlamış.
Kardeşlerinin bu durum karşısında ne hale geldiklerini artık siz tahmin edin….