Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir araba hurdalığı varmış. Bu araba hurdalığında hep sahipleri tarafından hor kullanılmış, tehlikeli kazalar atlatmış ve bir daha trafik içerisinde kullanılamaz hale gelmiş hurda arabalar varmış. Bu hurda arabalar o kadar üzgün, o kadar mutsuzlarmış ki kendi aralarında hep birbirlerine dert yanarlarmış. Bir zamanlar sahipleri tarafından heyecanla satın alınmış bu arabaların, kullanıldıkları süre boyunca gerekli tüm bakımları yapılıyor ve neredeyse her gün köpüklü sularla yıkanıyorlarmış.
Hepsi o günlere geri dönmek istiyor ve geldikleri bu hale çok üzülüyorlarmış. Bir araba hurdalığına terk edilmiş olmayı ise hiç kabul edemiyorlar, sürekli sahiplerini özlüyorlarmış. Bir gün bu araba hurdalığına yeni bir hurda araba gelmiş. Yeni gelen araba o kadar yeni bir model ve o kadar güzelmiş ki. Hurdalıktaki bütün arabalar ona dikkat kesilmiş.
Araba pas parlak, kıpkırmızıymış. Jantları parlak çelikten, koltukları deriden, teybi son model ve tepesinde gökyüzüne açılan çok büyük bir penceresi varmış. Ancak güzelliğiyle göz kamaştıran bu araba çok yaralıymış. O güzel ve parlak ön farları tamamen kırılmış, arabanın ön kısmı buruşturulmuş bir kağıda dönmüş. Ve çok ağlıyormuş. Onu gören diğer hurda arabalar telaşla yanına gitmişler. Çok uzun yıllardan beri orda olan, artık paslanmaya yüz tutmuş, neredeyse bütün parçaları çıkarılmış yaşlı bir araba, yeni gelen arabaya dönmüş ve “Hoş geldin güzel kırmızı araba, her yerin yara bere, üstelik çok da gençsin, sana ne oldu böyle?” diye sormuş.
Kırmızı araba ağlayarak “sahibimle bir gece vakti gezintideyken telefonuna bir mesaj geldi, sahibim eline telefonu aldı, hem beni kullanmaya devam etti hem de mesaj yazmaya. Emniyet kemerini takmamış, hızını da hiç yavaşlatmamıştı. Ne yazık ki bir ağaca çarparak durabildik. Ancak her şey böyle kalmadı. Bir anlık dikkatsizliğin bedelini ikimizde çok ağır ödedik. Beni canı gibi seven, gözü gibi sakınan sahibim o kazada öldü, beni ise kaza yerinden kaldırıp bu hurdalığa getirdiler. Onunla ilk tanıştığımız günü hatırladıkça daha da çok canım yanıyor.
Onu çok özleyeceğim” demiş. Bütün arabalar kendi anılarını anlatıp, onu teselli etmeye çalıştılarsa da işe yaramamış. En son bilge bir araba, diğer arabalardan izin isteyerek söz almış ve demiş ki; “Eğer bu güzel kırmızı arabanın sahibi, emniyet kemerini taksaydı, araç kullanırken dikkatini dağıtacak şeyler yapmasaydı ve arabayı bu kadar hızlı kullanmasaydı, bugün kendisi hayatta olacak ve bu güzel kırmızı araba da evinin bahçesinde duruyor olacaktı.
Bahçede oyun oynayan çocukları izleyebilecekti. Belki de sahibi bugün sabah erkenden kalkacak, bir kova köpüklü suyla onu bir güzel yıkayacak, parlatacaktı. Bu araba bugün bu halde olmayacaktı. Bir anlık dikkatsizlik ne yazık ki ikisinin de sonu oldu…”